Gören bir göz bir ağaç yaprağından tüm yaratılışın kitabını okur

<p class="MsoNormal"><span style="font-size: 10.5pt; line-height: 115%; font-family: Roboto; background-image: initial; background-position: initial; background-size: initial; background-repeat: initial; background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip: initial;">İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş tüm dinler, öğretiler
aslında hep aynı şeyi söyler. Sadece anlatım şekilleri değişir. Hepsi de hiç
kimsenin göremediği yukarıda bir yerlerde bizi yaratan yüce bir varlıktan
bahseder. Bu durum karşısında kişiler genellikle şu üç davranış şeklinden
birini seçer. İlk olarak (ki çoğunluk bu yolu seçmiştir) toplumlar buna gözü
kapalı inanır, birçok farklı isim kullanarak “Tanrıya, Allah’a, Üst güce,
Evrene, Yaratana vs. inanıyorum” derler. Aslında burada inandıkları şey Yaradan
değildir, görmediğin, konuşmadığın, varlığı ile hiçbir şekilde iletişime
geçmediğin bir şeye inanamaz bir insan. Bu Onun, cennetin ve cehennemin var
olduğunu söyleyen kişilere inanmaktır. Kimileri de daha orta yoldan gider ve
der ki “ya gerçekten varsa ve inanmazsam cayır cayır yanarım, en iyisi
inanayım, ne kaybederim ki”. Onlar da haklı. Üçüncü tutum ise tamamen
reddetmek. Kimi “görmediğim şeye inanmam” der, kimi de “varsa bile dünyada bu
kadar kötülüğü o yaratmışsa ben de ona inanmayı reddediyorum, başkaldırıyorum”
der. Onlar da haklı. Kimi de tüm varoluşu, sistemi mükemmel bir plan değil de
tamamen bir tesadüf olarak görür.</span><o:p></o:p></p>

İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş tüm dinler, öğretiler aslında hep aynı şeyi söyler. Sadece anlatım şekilleri değişir. Hepsi de hiç kimsenin göremediği yukarıda bir yerlerde bizi yaratan yüce bir varlıktan bahseder. Bu durum karşısında kişiler genellikle şu üç davranış şeklinden birini seçer. İlk olarak (ki çoğunluk bu yolu seçmiştir) toplumlar buna gözü kapalı inanır, birçok farklı isim kullanarak “Tanrıya, Allah’a, Üst güce, Evrene, Yaratana vs. inanıyorum” derler. Aslında burada inandıkları şey Yaradan değildir, görmediğin, konuşmadığın, varlığı ile hiçbir şekilde iletişime geçmediğin bir şeye inanamaz bir insan. Bu Onun, cennetin ve cehennemin var olduğunu söyleyen kişilere inanmaktır. Kimileri de daha orta yoldan gider ve der ki “ya gerçekten varsa ve inanmazsam cayır cayır yanarım, en iyisi inanayım, ne kaybederim ki”. Onlar da haklı. Üçüncü tutum ise tamamen reddetmek. Kimi “görmediğim şeye inanmam” der, kimi de “varsa bile dünyada bu kadar kötülüğü o yaratmışsa ben de ona inanmayı reddediyorum, başkaldırıyorum” der. Onlar da haklı. Kimi de tüm varoluşu, sistemi mükemmel bir plan değil de tamamen bir tesadüf olarak görür.

Her şeyi yaratan üst gücü göremediğimiz doğru, fakat O’nu hissedebilmemiz için enstrümanlar ve sağduyu verdiği de doğru. Eğer kişi bu dünyayı, onun ışığını ve ihtişamını her yerde ve herkeste, iyide ve kötüde, bilgede ve aptalda, zenginde ve fakirde görmeyi başarabilirse, o zaman kişi saygı ve hoşgörü geliştirmeye başlar çünkü tüm insanlığın aslında O’nun elçilerinden farkı olmadığını görmeye başlar. Tanrı Onu yüceltende görülür. Eğer gözlerimiz kapalı, kulaklarımız sağırsa milyonlarca yıl da beklesek bir kurtarıcının, Mesih’in gelmesini, hiçbir zaman bulamayız. Mesih de kurtarıcı da içimizde. Yapmamız gereken tek şey gören gözlerle bakmak ve her şeyde O’nu görmek.

Onu görmek için kiliseye, camiye, sinagoga da gitmemize gerek yok. O’nu kutsal mekanlarda, tapınaklarda veya birilerinin aracılığıyla ve yemek tarifi yapar gibi verdiği tariflerle bulamayacağız. O zaten her yerde ve her an bizimle. Ancak kalplerimizi açıp çağırdığımızda ve dinlediğimizde O’nu görmeye başlayabileceğiz. Belli ortamlarda arayanlar, İsa’nın resmine bakarak kutsandıklarını, şükran duyduklarını zannedenler tüm hayatlarını boşa harcamış olacaklar. O, nimetini de şükranı da bir bebeğin bakışlarına, masum bir çocuğun gülümsemesine saklar. Gözümüzü açıp bunları göremediğimiz sürece bizim kurtarıcımız asla olmayacak demektir. Kişinin kurtarıcısı kendisidir, hepimizden birer Mesih doğacak.

Günümüzde maddeciliğin had safhada olmasıyla, insanoğlu maalesef gerçek olanı değil, bize gösterilmek istenileni görüyor. Dünya aslında gerçekte var olmayan bir realitenin içinde. Din için, Yaradan için konuşanlar da dahil insanlık puta tapmayı hiç bırakmadı aslında, sadece günümüze ve koşullara göre kullandığımız yöntemler değişti ve gelişti. Farkında olmadan putlaştırdığımız o kadar nesne ve insan var ki. En sıkışık olduğumuz bir anda O bize başka biri aracılığıyla elini uzatır, sorduğumuz soruya bir kişiyi, kitabı, öğretmeni vesile ederek cevap gönderir. Bunun karşısında biz de O’nun yerine onun elçi yaptığı kişilere şükran, hayranlık, sevgi duyarız veya onlardan korkar, onların kuklası haline geliriz, onları daha güçlü ve daha yukarıda görürüz. Hikmeti hep başkalarında görürüz. Başkalarına kızar, başkalarını sever, hayranlık duyar, başkalarından korkarız. Bu puta tapmak demektir. Şimdi dinlerin yanı sıra bir de Yeni Çağ akımı başladı. Yukarıdaki ışığı çekmek ve kanal olup bunu aktarmak için bin bir türlü yöntem öğreterek karşılığında binlerce dolar alıyorlar insanlardan. Sattıkları tek şey umut. Bu anlamda dinlerin gelişmiş versiyonu. Belli nesnelere bağımlı hale getiriyorlar kişileri. Bir taşın enerjisini çekmek için insanlar binlerce dolar ödüyor. O taşta olan enerjinin aynısı insanın kendi içinde var, hatta çok daha fazlası. Bunun gibi her şey kişiyi kendinden, kendi içindeki enerjiden ve Yaradan ile olan direkt bağından uzaklaştırıyor. Tüm gücü, hikmeti, kurtuluşu bize para karşılığı satılmış nesnelerde ve yöntemlerde veya hocalarda görüyoruz. Gitgide kendi özümüzün gücünü yitiriyoruz.

O her yerde, Onu elçilerinde, içimizde, doğada ve en ufak zerrede görebiliriz. Bunun için kulaklarımızı, gözlerimizi dışarıya kapatıp kalbimizi içeriye açmayı öğrenmemiz gerek. Yaşayan bir kalbe tüm yaradılış her an konuşur.