Bu hikâye bir adamın çıktığı bir yolculuğu anlatıyor. Çok
farklı bir yolculuk bu. Varış noktası ile başlangıç noktası aynı olan bir
yolculuk. Sadece “yolculuk” un kendisi. Bir çember yolculuğu, tamamlanma,
sonsuz bir dönüş.
Yolculuğu, onu gördüğü
an başladı, ona ulaşma ihtimali bu yolculuğun amacıydı. Yalnızca kendi
kendisine eşlik ettiği bir yolculuk. Önce yolculuğa çıktığını fark etmedi. Tek
umurunda olan şey varış noktasıydı: “O”. Yıldızını arzuladığı fakat yolculuğu
göremediği bir yola düşmüştü. Yolun ona getireceği maceralarla, zorluklarla,
sürprizlerle, umut ve umutsuzluklarla, diğer tüm dış etkenlerle yüzleşmeye
başlamıştı bile. Karşısına çıkan zorluklara direnebilmesi yoldan aldığı zevk
için değildi, sadece varmak istediği noktayı elde etme hevesinin
derecesindendi.
Uzaktan parlayan yıldız,
elini uzatsa tutacakmış gibi hep yakın göründü, ona doğru attığı her adımı aynı
şevk ve arzuyla atsın diye.
Tam
elini uzattığı sırada ortadan kaybolan gecenin illüzyonistiydi adeta. Mesafe
sandığından da mı uzaktı acaba yoksa bu bir algı yanılgısı mıydı? Onun yıldızı…
hiçbir zaman yok olmadı.
Aralarındaki tek engel
mesafeydi diye düşündü adam. Bu mesafeyi kapattığı anda yıldızına, ışığına ulaşacaktı.
Bazen umudunu kaybettiği ve vazgeçtiği anlar da oldu. Böyle zamanlarda yıldız
onu terk etmediğini gösterircesine uzaklardan göz kırpıyordu. “Hayır gitmedim,
ben buradayım. Sadece mesafe sandığından daha uzak. Kalk ayağa, yoluna devam
et, gel bana” der gibi.
Adam “Ha yaklaştım ha
yaklaşacağım, sana ulaşacağım, yine uzağına düştüm” derken aylar yıllar geçip
gidiyordu, Adamın yıldıza tüm ulaşma çabaları ve hala ulaşamaması adamın içinde
çığ gibi büyüyen hasretle yıldızına olan ruhsal bağını daha da kuvvetlendiriyordu.
Bazen bulutların
arkasında yok olmuş gibi görünse de en umudunu yitirdiği noktada ortaya çıkıp
ona yolunda devam etmesi için yeni umutlar ve cesaret veriyordu. Ah, adamın
güzel yıldızı, cananı. Gökyüzüne bakıp bakıp, karanlık boşluğun içinden alımlı
ve cezbeden parlaklığını izliyordu.
Tekrar tekrar yeniden
denedi, bir daha, bir daha… Bu süreçte ne kadar da yol kat etti, ne kadar da
farklı hislerden ve tecrübelerden geçti. Yönü hep yıldızına doğru, yukarı
doğruydu. Aşağıya baktı ve ne kadar da çok yükseldiğini gördü. İşin garibi ne
zaman yukarı baksa Yıldızına olan mesafesi sanki gitgide açılıyordu yıldızı hiç
değişmemesine ve hep aynı noktada beklemesine rağmen. Bu nasıl olabilirdi ki…
Yine de devam etti. Bu
defa başaracaktı. Yıldız artık çok yakınındaydı, bütün berraklığı ve
aydınlığıyla gözlerini kamaştırıyordu. Artık O’na ulaşmış mıydı yoksa… Evet!
Elini uzatsa tutacaktı onu sanki.
Adam karışmış aklından
birçok düşünce geçirdi. Gerçekten yıldızına varmış mıydı? Yoksa bu da başka bir
oyun muydu? Hayır, bu sefer ki farklı gibi. Hiç olmadığı kadar yakındı, gözleri
onun güzelliğine bakamayacak kadar çaresizdi. Ardına baktı adam, ne kadar
mesafe çıktığını görmek istedi. Evet, artık burası yolun sonuydu. Ötesi yoktu…
Ellerinde kalan son
dermanla ona doğru uzandı ve gözünü açtığında gün ışımış, sabah olmuştu.
Yıldızı neredeydi!!! Işık neredeydi!!! Artık bu sefer daha fazla gitmeyecekti,
O gelecekti. Yerinden zerre kadar kımıldamamaya kararlıydı adam. Kavuşmuştu ona
bir kere, o kadar yol gitmişti onun için. Şimdi ne oldu da kaybetti onu tekrar.
Bu sefer O gelecekti…
Gecenin nöbetçisi oldu.
Gündüzü gece oldu, gecesi ise ışığını beklediği umudu. Gecesi gündüzü birbirine
karıştı. Bekledi, bekledi… Gelmedi… Hareketsiz bekledi… Karanlıkta… Kendi
karanlığında…Onun için artık ne mesafe vardı, ne yıldız, ne de ona gidecek bir
yol. Bomboş ve amaçsız kaldı.
Sonra öfkelendi.
Yargıladı. İsyan etti…Ruhu tüm düşüşleri yaşadı ve en sonunda yorgun düştü.
Yerinden kımıldamaya karar verdi. Silkinmeye… En azından bunu ona sormaya hakkı
vardı kendince. İlk defa bu kadar gerçekliğini hissetmişken, tam kavuşmuşken…
“Neden?” “Neden?”…
Tam o an içinden bir
çığlık koptu. Bir haykırış… ruhunun en derinlerinden gelen bir çağrı… yakarış…
İşte o an, bir aydınlık görmeye başladı. Tekrar ortaya çıkan ışığın nereden
geldiğini bulmaya çalışırken bir de baktı ki kendisinden geliyor, adam ışıl
ışıl parlıyor… “ben ne ara ışık olmuştum ki” diye geçirdi içinden adam.
Adamın bulunduğu yer artık karanlık değildi. Yukarıya baktı, aşağıya baktı,
hiçbir fark göremedi. Artık kat ettiği yolu bile göremiyordu. O kadar yüksekti
ki…o da parlıyordu yoldakilere… aynen yıldızının ona parladığı gibi…
Zamanla bir şey fark
etti adam… o bir gece yolcusuydu…o değildi bu yolculuğu seçen, yıldızı onu bu
yola seçmişti… ödülü ise varış noktasında elde edeceği ışığı değildi, yolun
kendisiydi. Yolun sonunda ışık olmaktı.
Artık bulunduğu yerden
baktığı kadrajın genişliğinde daha iyi gördü yolculuğunun edinimlerini,
gerekliliğini. Ne kadar yukarı yönde gittiyse o ölçüde derine, kendi
derinlerine inmişti. Yıldızını yukarıda ararken içinde bulmuştu.
Bu yolculuk bir gece yolculuğu. Gündüz yolcularının yönü de mesafesi de bellidir. Herkes çıkamaz bu yüzden gece yolculuğuna. Gece yolculuğunda kişi kendi yolunu kendi bulur … kendi ışığını kendi keşfeder… Çünkü gece yolculuğu kendi derinine, kendi karanlığına yapılan bir yolculuktur… orada tek aradığı ışıktır… sonunda ışığın kendisi olur.